Koşarak üzerine gelen dalgalara meydan okurcasına, boğuk gözleriyle uzaklara bakarak bekliyordu Taner.

Biraz önce öğrenmişti öldüğünü… Kırılan kol kanat olsa iyiydi onun için. Kırılan; mavi gecelerin beyaz düşleriydi!

İlk adımını atmıştı, ardında binlerce ayak izi… Deniz kenarında buldu kendini… Dalgaların kayalıklara attığı her tokatta ıslanıyor. Üzerine düşen her bir damlada biraz daha dalıyor, gecenin sağır eden karanlığına…

Solmuş bir ten, buğulu bir çift göz, ıslanmış hayaller, yıpranmış bir beden…

Ruhundaki girdapların her bir adımında savrulduğu, keskin ve bir o kadar da manasız bakışlarından anlaşılıyordu. Çatısındaki bacayı delip, Ay’ın gölgesi etrafında dans eden yıldızlara ulaşmak istiyordu belki de…

Durgun vücudu kesik kesik titriyordu, yağmurun alevinde. Düştüğü buhrandan kurtulmak isteyen bir hali vardı. Belki de, ıslanan düşlerini kurutmak istiyordu yağmurun gölgesinde…

Olmuyor, olmuyor, olmuyor… Taner kurtulamıyor gördüğü rüyanın etkisinden. Dalgalar üzerine düşüyor ama nafile, geçit vermiyor beynini kemiren bir ‘Ben!’

Ona ters geliyor. Gecenin gamlı şafağı altında yapayalnız kalmak! Karmaşık düşüncelere daldığı, şekil değiştiren yüzünün gelgitlerinden belli oluyor.

Buğulu camlarındaki bir damla gözyaşını silip, titrek ellerini açıyor semaya, cebinden çıkardığı ıslak bir resim avuçlarında ve yemin ediyor: “Olmayacak senden başka biri asla!”