İşsizistanbul
Kaplumbağa kadar bile mecali olmayan soysuz bir otobüsün tam ortasında sıkış tıkış insan yığınının ortasında kaldım. Çantamdaki belediye gazozunu çıkarıp, yakın akrabası belediye otobüsünün loş ışığı altında içmeye başladım. Hava sabahın erken saatleri olmasına rağmen, güneşi yanına katıp biz acizleri nefesiyle eritiyordu.
Ter kokusu burnumun deliklerine vahşice tecavüz ediyor, içtiğim iki paket sigaranın köhne ciğerlerimdeki hegemonyasına son vermek istercesine sert darbelerle ilerliyordu. Etraftaki vızıltılar, mahalle karılarını andırmayacak bir tonajda yüklerini boşaltıyor, düşünmekten harap olmuş beynimi, iri bir postalın bok böceğini ezdiği gibi eziyordu.
Herkes çakırkeyifken, <<İşe tek geç kalan ben miyim?>> şeklinde kendime sorduğum sorular eşliğinde, bugün patronun bana verecek olduğu siktirname hakkında mülahazalara dalıyordum.
Bir ara daha fazla dayanamayıp, önümdeki insanları yararak şoförün yanına kadar geldim.
- Şoför bey, ne olmuş ileri de?
- Ne olacak, iki yavşak birbirlerinin arkasına geçirmiş.
- Nasıl olmuş bu?
- Kazayı ben gördüm. Arkadan vurmak suç olmasa, arkadakinin bir suçu yok. Zaten göt göte gidiyoruz. Öndeki gavat az bir boşluk görünce gaza körükledi. Tam o gaza körüklediği sırada piçin biri arabasını önüne kırdı, o gavat da ani fren yaptı. Onun gaza bastığını gören arkadaki lavuk da gaza basınca arkadan geçirdi.
- Öndeki piç kaçtı dimi?
- Durur mu orospu çocuğu… Görüyorsun işte ceremesini biz çekiyoruz.
- Bi orospu çocuğu yüzünden işten atılacağım desene…
- Buyur birader?
- Yok bir şey. Kendimle konuşuyorum. Hadi kolay gelsin.
Bu konuşmadan sonra, kaplumbağamızın neden harekete geçmediğini öğrenmiş oldum. Tekrar inime dönmek üzere biraz önce yardığım kalabalığı tekrar yararak inime doğru ilerledim. <<Lağım kokusu bu kadar mı hissedilir?>> Götlerini mi yıkamıyor bu insanlar? Apış arası kokuyordu; koltukaltlarının buruşuk yüzleri iğrenç nefesleri üflüyordu; mayışan göğüslerin foralarından esans niyetine, sidiğe benzer bir koku dalga dalga yükseliyordu. Saatime baktığımda, mesaim başlayalı 45 dakika olmuştu ve ben hala belediye otobüsünün içinde birkaç yavşağın yüzünden zamanla cebelleşiyordum.
Etrafta kimsenin bu durumdan şikâyet etmeyişi, tuhafıma gitti. Orta yaşını aşmış bir bayan hemen köşedeki koltuğa oturmuş etrafını gözetliyordu. Dayanamadım sordum:
- Teyzeciiim, bu yol çilesi ne zaman bitecek?
Aldığım cevabın karşısında dumur pozisyonuna girdim. Savunma hattımı toparlamam gerekiyordu ama ne çare…
- Terbiyesiz! Nerden teyzen oluyor muşum senin? Nerem teyze benim?
Tabi ki sustum. Hani derler ya bilir siniz; göt olma durumları. İşte aynen o hale sokmuştu beni meymenetsiz kadın. Teyzeydi tabi, yaşını başını almış kadın! Ne dememi bekliyordu? Yüzü bile buruşmuştu, aynaya da mı bakmıyordu!
Belli ki zoruna gitmişti teyzeciiimin. Hahay! Kıçına geçirdiği taşlanmış jeani giyip, sırtına da yeşilin cıvıl cıvıl renkleriyle örülü elbiseyi geçirip aklınca caka satıyordu.
Hemen yanında oturan güzeller güzeli iki bayan, eritici gözlerini üzerime dikmiş kıkır kıkır gülüyorlardı. Ne de güzel gülüyorlardı. Güzel buydu işte, gençtiler de.
Zaten iflasına ramak kalan sinirlerim iyice gerilmeye başladı. Tam bu sırada otobüs ani bir hareketle ilerlemeye başladı. Tam da boş bulunduğum ana denk gelmişti. Dengemi kaybedip dört bir yanımı saran insanların kucağına mecburi iniş yapmak zorunda kaldım. Onlar da deva olmadı halime, aralarından sıyrılıp, yere düştüm ve başımı basamaklardaki demirlere çarptım. Bu halimi gören kocakarı bıyık altından gülüyordu; iğrenç kahkahaları beynime öldürücü darbeler indiriyordu. Tam bu esna da telefonum çaldı. Patronum arıyordu:
- Nerdesin oğlum sen! Bu kaçıncı kardeşim, senin kıçını mı bekleyecem!
Sesimi çıkarmadan patronumu dinliyordum. Açıkçası haklıydı da. Elimle kafamı tutuyor, acımı dindirmeye çalışıyordum. Tam bu sırada otobüs ani bir fren yaptı ve daha doğrulamadan tekrar demin ki pole pozisyonunu aldım. Bu sefer kafam kenara gelmişti. Patron carcar edip hepten zıvanadan çıkardı beni.
- Ne oldu sustun. Ne yalan uyruriim diye düşünüyosun dimi?
- Sus be orospu çocuğu sus. Ne sikindirik adammışsın be. Trafik var trafik. Götüne girsin emniyet şeridi hemi.
Dedim ve telefonu kapattım. Kapattığım gibi yaptığım aptallığın farkına vardım. Otobüsteki herkes bana bakıyordu. Sanki adam öldürdüm! Hele o kokonanın gülüşü yok mu?
Beş dakika geçmemişti ki, telefonuma mesaj geldi. “Disiplinsiz davranışlarınız ve mesai saatlerine riayet etmediğiniz için işinize son verilmiştir.” Şimdi hepten göt gibi kaldım ortada. Daha kirayı bile vermemiştim. Peki ya su, telefon, elektrik, kesilen doğalgaz faturaları…
Düğmeye basıp ilk durakta indim. Aklıma gelen latifeleri söyleye söyleye keşişhaneme geri geldim. Faciayla sonuçlanan yolculuğun maliyeti ağır oldu.
Kafamın ne halde olduğunu soruyorsanız: Sol elinizin işaret parmağıyla başparmağını birleştirip, sağ elinizin işaret parmağını büküp arasına sokun…